BİR ZAMANLAR SURİYE

Suriye’nin Türk coğrafyasına dahil oluşu 1516 Ridaniye savaşıyla olmuştur. Bu tarihten 1918 Birinci Dünya Savaşına kadar Suriye ve çevresi: Lübnan Irak Ürdün Filistin Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. Bu uzun süreli hakimiyet bahsedilen toprakların en sulh ve sükun suresini oluşturmuştur.

 

Osmanlı’nın azınlıklarla karmakarışık yapı ihtiva eden bölgeleri  idare etmesinde harika ve sihirli bir metodu vardı. Azınlıkların diline dinine karışmazdı onların liderini tanır liderin şikayet ve önerilerini dikkate alır iki azınlık arasındaki anlaşmazlığı hakkaniyetle çözerdi.

 

Birbirinden farklı yirmi civarında azınlık ihtiva eden Suriye ve çevresini Birinci Dünya savaşının sonuna kadar kayda değer zorluklarla karşılaşmadan idare etmiştir. Ne zamanki Osmanlı bu coğrafyadan çekildi arkası kesilmeyen karışıklıklar ve savaşlar eksik olmamıştır.

 

Suriye Devleti’nin son hükmedenleri alevi bir azınlık tahakkümüne dayanan Esed ailesi olmuştur. 1971 yılından 2000 yılına kadar baba Hafız Esed, bu tarihten günümüze kadar da oğul Beşer Esed hüküm sürmüştür.

 

Ben bu ülkeye ziyaretim bir gurup arkadaşla 2008 yılının Haziran Ayındaydı.

 

O tarihlerde iki ülke lideri arasında hudutsuz bir sevgi ve saygı mevcuttu. Her iki ülke vatandaşlarının birbirlerine ziyaretleri sıklıkla oluyor ve birbirlerinde saygı ve hürmetle karşılanıyordu.

 

Türkiye’de o sıralar hırsızlık ve kapkaç olayları sik görülüyor bu da toplumu üzüyordu. Hatırlayalım çantalar küçük bagajlar çapraz bağlarla vücuda tutturuluyordu.

 

Ziyaretimiz böyle bir ortamda oluyordu.

 

Sabah Namazıyla Gazi Antep’ten çıktık Öncüpınar sınır  kapısından Suriye topraklarına girdik. Son derece düzenli huzurlu bir ülkede yolculuk yapıyorduk. Genellikle iki katlı villa tipi konutların oluşturduğu ilçe ve köylerden birbiri sıra geçtik bu sükunet ve düzen hepimizin dikkatini çekmişti biz böylesine mamur bir ülke beklemiyorduk.

 

Yunus Emre’nin dönme dolaplarına bakarak şiirini yazdığı Hama Şehrini ardından devasa Humus Şehri’ni görüp saat 11 civarında Şam Şehrine ve kalacağımız otele ulaştık.

 

Günlerden Cuma idi. Cuma Namazını meşhur Emevi Cami’nde kılacaktık. Abdestimizi aldık yürüme mesafesindeki camimize vardık. Çok geniş pırıl pırıl mermerlerle kaplı şehrin tam ortasındaki bu cami yıllardır hafızamdan silinmedi.

 

Caminin çatısında bir çıkıntı vardı hıristiyanlarca bu çıkıntı kutsal kabul edilirmiş. Hazreti İsa’nın ahir zamanda bu çıkıntıdan dünyaya ineceğine inanılırmış.

 

Caminin içi de ilginçti genişliği kapı ile imam hahveli arasının beş misli kadardı. Yüksekli sanırım beş metrenin üzerindeydi.

 

Cuma hutbesi o kadar uzun sürdü ki anlatamam. Rehberimiz burada cuma hutbelerinin en az bir saat sürdüğünü söyledi.

 

Cuma’dan çıkışımızda cami avlusuna bitişik Selahaddin Eyyubi Türbesini ve ilk Türk hava şehitleri türbesini ziyaret ettik.

 

Ziyaretimiz boyunca çok gösterişli lokantalarda yemek yedik. Çok geniş arazilere inşa edilmiş bahçesi birbirinden güzel çiçeklerle donatılmış ışıklarla aydınlatılmış bu lokantalarda yemek bir iki saat sürüyordu. Yemeğin arkası kesilmiyordu bir türlü. On ya da on beş kap yemek desem abartmamış olurum.

 

Şam harika bir şehirdi. Eski ve yeni Şam olarak ikiye ayrılmıştı. Eski Şam her şeyiyle Osmanlıdan kalmıştı. Devasa Hamidiye Çarşısı şehrin en ilgi çeken mekanıymış.

 

Yüzlerce dükkan arı kovanı gibi çalışıyordu. O günün Suriye’sinde fiyatlar Türkiye’nin tam yarısı fiyatındaydı. Dolayısıyla hepimizin de ilgisini çekti bu fiyatlar. Her girdiğimiz mağazada Türk olduğumuz ilgi çekiyor güler yüzle karşılanıyor ve çay kahve ikramına uğruyorduk. Hiç unutmam çok güzel bir ayakkabı dükkanına girdik. İki kişiyiz 42 numarayı nasıl ifade ederiz diye arkadaşımla İngilizce egzersiz yapıyoruz. Mağaza sahibi son derece temiz bir Türkçeyle “ben sizi anlıyorum devam edin” dedi. Biz biraz şaşırmış olarak nerelisin dedik. Adam ” ben Türkçe konuşan Ermeni’yim.” Dedi. Sonradan öğrendim ki bu memlekette 5000 civarında Ermeni aile yaşıyormuş ve çoğu Türkçe konuşabiliyormuş.

 

Şam’da son Osmanlı Padişahı Vahdettin Han’ın mahzun türbesini ziyaret ettik türbedarı ile konuştuk. Türbeye ailesi ile birlikte ücretsiz hizmet ediyormuş. Dualarımızla beraber zorla kabul ettirsek te bir miktar para yardımında bulunduk. Yakınındaki Muhiddin Arabi hazretlerinin Türbesini ziyaret edip Akşam Namazını camisinde eda ettik. Ertesi gün Şam mezarlığında Kerbela şehitlerinin kabirlerini Bilal-i Habeşi hazretlerinin mezarlarını ziyaret ettik

 

Şam’ın en yüksek noktası Kusiyon Tepesi Habil ve Kabil arasindaki kavgaya ve ilk insanlık cinayetine şahitlik eden bir mekanmış. Fakat o zaman eşsiz Şam manzarasının görülmesi için ziyaret edilen bir bölgeymiş. Gerçekten de müthiş bir mekandı…

 

Şam, bir Türk ve Müslüman vatandaşın ilgisini çekecek yüzlerce mekanla donatılmış bir şehirdi. İç karışıklıkları televizyonda duyduğumda hep üzüldüm hep o asude mekanları eski güzelliği ile yeniden görebilir miyim diyerek hayıflandığım bir şehirdir.

 

Halep hep bizden bir şehirdi. İnşallah öyle de kalmıştır. Halep Emevi camisinde kıldığım bir İkindi Namazını ve çevresinde yaptığım gezintiyi bu gün bile net hatırlıyorum. Suriye’de camilerin içinde bir peygamber mezarı da bulunuyor Halep Emevi Camiinde Zekeriye Peygamberin mezarı vardı ona da dualarla Fatiha okuduk.

 

Halep Kapalı Çarşısı Osmanlı Diyarında İstanbul Kapalı çarsısından sonraki en büyük pazarmış. Meşhur Halep Kalesinin hemen dibinde yer alıyor. Uçsuz bucaksız bir mekan…

 

Bu gün Suriye coğrafyasındaki kara haberleri her duyduğumda o güzel mekanlar aklıma gelir kendi öz mülkümmüş gibi üzülür hayıflanırım.

 

İnşallah bu dost, bize yakın ve bizden coğrafya tekrar sulh ve sükun günlerine ulaşır İnşallah bir daha bu güzel memleketi görebilirim.

 

Yazıların bilimsel ve hukuki sorumluluğu yazarlara aittir. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir